İBB’ye yönelik yürütülen soruşturma kapsamında Marmara Cezaevi’nde tutuklu bulunan İBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, T24’e mektup yazdı.
Mektubunda hukuksuzca değil, cezalandırılmak için cezaevinde bulunduğunu kaydeden İmamoğlu, 12 merekarelik koğuş ve 30 metrekarelik bir alanda gününü planladığını söyledi. Cezaevinde gündeminin Türkiye olduğunu söyleyen İmamoğlu, gelecekteki hükümet programına dair çalışmalar yaptığını belirtti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ziyaretlerinin onu güçlü tuttuğuna dikkat çeken İmamoğlu, cezaevindeki günlerinin nasıl geçtiğini anlattı.
Ekrem İmamoğlu’nun mektubu
“Plan ve program yapılmış bir saati, günleri, haftaları, ayları, hatta yılları bir vizyona dönüştürmeyi çok önemserim. Geç kalmak, insanları bekletmekse asla yapmadığım şeylerdendir. Özellikle belediye başkanlığı dönemimde mutlak prensibim haline gelen bu alışkanlığımın temeli, çocukluğuma dayanır.
Ticaretle uğraşan ve sürekli planlama yapan bir babanın yanında büyümek, bu disiplini belleğime işlemiştir. Daha küçük yaşta yanımdan ayırmadığım kalemim ve ajandalarım bunun göstergesidir. Yıllar boyunca tuttuğum onlarca ajanda hâlâ arşivimde durur.
Acımasızca içine itildiğimiz bu kumpas, esaret ve hukuksuzluk ortamında; nasıl bir gündem ve planlamayla karşı karşıya olduğumuzu anlatabilmek için böyle bir giriş yapmayı uygun buldum.
Bugün, hukuksuzca değil, doğrudan cezalandırılmak amacıyla imza atan bir yargı düzeni nedeniyle 9 No’lu Cezaevi’nde izole biçimde tutuluyorum.
12 metrekarelik koğuş ve 30 metrekarelik bir alanda günümü planlamaya devam ediyorum.
Cezaevi kuralları gereği avukatlarım, özel izinli ziyaretçilerim ve ailemle görüşmelerimi günlük ve haftalık planlarla sürdürmeye çalışıyorum.
Gündemim elbette Türkiye’dir. Türkiye’nin geleceği, çözülmeyi bekleyen sorunları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin faaliyetleri, hukukun üstünlüğünün hiçe sayılması ve yargının ülkeyi düşürdüğü durum…
Özellikle Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’nin açılmasıyla birlikte, gelecekteki hükümet programlarına dair çalışmalar vaktimin büyük bölümünü almaktadır. Bu ofis üzerinden yürütülen projeler, raporlar ve ülkemizin gelecek vizyonunu şekillendirecek planlamalar, bana hem büyük bir sorumluluk hem de güçlü bir motivasyon kaynağı olmaktadır.
Ailemle yaptığım rutin görüşmelerin yanı sıra Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in beni ilk haftadan bu yana ziyaret etmesi, fikir alışverişlerimiz, ortak akılla sürece katkı sağlayacak değerlendirmelerimiz; hücremde beni güçlü tutan çok özel anlardır.
Tüm bu çalışmaları teknolojiden uzak, yalnızca yazarak ve okuyarak yürütüyoruz.
Günüm sabah yedi buçukta başlıyor.
Sekiz gibi avlu kapısı açıldığında alanım biraz genişliyor. Okuma saatleri, ziyaretçilerle fikir alışverişi, açılan onca davaya ilişkin avukatlarla iletişim derken günü genellikle gece yarısı noktalıyorum.
Gündelik ihtiyaçlarım, kişisel bakım, temizlik, yemek ve spor da gün akışımın önemli bir parçasını oluşturuyor.
Ülkemizi içine sürüklendiği bu zor durumdan çıkararak ilk seçimde büyük bir kalkınma dönemine başlamak en önemli hedefimdir.
Cumhuriyet Halk Partisi ile eşgüdümlü biçimde yürüttüğümüz çalışmalarımızı okumalar, projeler, rapor incelemeleri ve yazılarla sürdürüyorum.
Bazen notlarımı iki-üç kez yazarak son haline getiriyorum. Cezaevi kantininde dergi satışı olmadığı için ilgilendiğim yazıların fotokopilerini, günlük gazeteleri ve arkadaşlarımın seçtiği internet makalelerini avukatlarım aracılığıyla okuyorum.
Bu paylaşımlarım, bazen okuduklarımdan çıkardığım notlar, bazen de yaşamımıza dair hepimizi ilgilendiren düşünceler olacak. Milletimizle kurduğum göz göze, gönül gönüle diyaloğu, bu kez satırlardan sürdürmeye çalışacağım. Bu ceberut düzen sona erdiğinde yeniden buluşacağımıza inancımsa tam.
Beylikdüzü Belediye Başkanlığı’ndan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na, oradan da cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecime kadar 16 yıllık siyaset yaşamımda şeffaflık ve kapsayıcılık temel prensibim oldu. Olmaya da devam edecek. Özellikle çocuklara, gençlere, yani geleceğimize seslenmeyi sürdüreceğim.
Siyaset yolculuğumda ‘İmamoğlu varsa çözüm var; daima mutlu, daima özgür; İstanbul İttifakı, Türkiye İttifakı; her şey çok güzel olacak’ dedim.
Hep çözümcü, kapsayıcı, iyilikten yana bir ruhu temsil ettim. ‘İstanbul senin’ diyerek halka her nimetin gerçek sahibinin kendisi olduğunu hatırlattım. Halk Süt, annelere ücretsiz ulaşım, kreşler, yurtlar, öğrenci bursları, Kent Lokantaları gibi halkçı hizmetlerle ‘milletin parasını millete dağıtıyorum’ dedim. Bugün de tüm bu hizmetleri Türkiye’nin geleceğine hazırlıyoruz.
2019 seçimlerinden sonra yaşadıklarımı hatırladıkça, halkla kurduğum bağın kıymetini daha iyi anlıyorum.
Mazbatamı 18 gün gecikmeyle aldıktan sonraki ilk cumartesi günü, sabah 06.30’da İETT’de bir toplantı yaptım ve arkasında da sabahın ilk saatlerinde İstiklal Caddesi’nde yürüyüşe çıktım.
Henüz mağazalar açılmamış, sokaklarda yalnızca günün ilk adımlarını atan insanlar vardı. Hava serindi, ama kalabalığın içinden yükselen sevgi sözleri yüreğimi ısıtıyordu.
Vatandaşlar grup grup yanıma gelip fotoğraf çektiriyordu. Bir süre sonra kalabalığın arasında babasının elini sımsıkı tutan küçük bir çocuk dikkatimi çekti. ‘Bırakın oğlumuz gelsin’ diye seslendim. Çocuk kalabalıktan sıyrılıp boynuma atladı. Babası gözyaşlarıyla “Biz AK Partiliyiz ama oğlumuz size hayran, bizi ikna etti, oyumuzu size verdik” dedi.
Bir süre sonra bir genç kadın taksiden inip ‘Oy vermek için İngiltere’den geldim’ diyerek boynuma sarıldı. Ardından, bir restoranın önünde sabah temizliği yapan genç bir delikanlı koşarak geldi: ‘Başkanım, ben Kürt’üm. Bizi barıştırdın, sandıkta buluşturdun. Artık çekingen değilim. Bizi unutma!’ dedi.
İşte o sabah İstiklal Caddesi yalnızca bir yürüyüş yolu değil, halkla bütünleştiğim bir meydan oldu.
O günlerde hissettiğim gibi bugün de biliyorum ki milyonlarca yol arkadaşım var. Milletinden kopuk, toplumu hissetmeyen, partizanlıktan vazgeçmeyen bir anlayış eninde sonunda milleti unutur. Bizse mücadelemizi yeni doğan bebeklerden yaşlılarımıza kadar herkes için, Cumhuriyet, demokrasi ve adalet için veriyoruz.
Mapus günlerimde sporu da elimden geldiğince takip ediyorum. Diamond League, tenis, yüzme, voleybol turnuvaları ilgimi çekiyor. Ancak ülkemizin bu alanlarda büyük nüfus ve yetenek potansiyeline rağmen başarısızlık içinde olması düşündürücü.
Birkaç branş dışında sportif anlamda istenen seviyede değiliz. Spor ve eğitimin iç içe olması gerektiğine inanıyorum.
Siyasi baskılardan uzak, bilimin, disiplinin ve çalışkanlığın ön planda olduğu bir düzenle sporda da özlediğimiz başarılara imza atmak hiç de zor değil. Yeter ki inanalım, yeter ki gençlerimize bu imkanı verelim.
Sevgili dostlarım, anneler, babalar, gençler ve çocuklar;
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, herkesin eşit ve özgür olduğu demokrat bir Türkiye’yi hep birlikte kuracağız. Ay yıldızlı bayrağımızı bilimden sanata, ekonomiden spora her alanda gururla dalgalandıracağız.
Bundan sonra da sizlerle hayata dair düşüncelerimi paylaşmaya gayret edeceğim. Aramıza duvar koyup bizi ayırmaya çalışanlar hep hayal kırıklığı yaşayacak. Umudumuz birleşerek büyüyecek. Özgür günler gelinceye kadar hasbihalimiz biraz şekil değiştirecek ama diyaloğumuz hiç kopmayacak.
Kararlılık ve inanç…
Azim ve kararlılıkla,
Aklın, bilimin, Cumhuriyet’in, demokrasinin ve adaletin ışığında
Her şey çok güzel olacak.
Sizleri hasretle kucaklıyorum.”